Thursday, December 06, 2007

Türk Kafasıyla Batı Tavanına Çarpmak...

Türk Kafasıyla Batı Tavanına Çarpmak...
30 Kasım 2007 tarihinde Peryön İç Anadolu Şubesi’nin düzenlediği İnsan Kaynakları Yönetimi Kongresi’nde açılış konuşmasını Bilkent İşletme Fakültesi’nin dekanı Prof. Dr. Erhan Erkut yaptı. Sunumun adı “Küresel Şirketler, Küresel Şirketler” di.
Erhan Hoca’nın sunumu gerçekten hem öğretici hem de eğlenciliydi. Ama benim aklıma öğrenim sistemimizin verdikleriyle iş dünyasının gerçeklerinin çelişkili durumu geldi...
Şöyle ki; öğrenim dünyası özellikle Batıdaki iş dünyasından alınan dersleri işliyor ülkemizde. Özellikle işletme yüksek lisans programlarında veya benzeri lisans üstü çalışmalarda yurtdışındaki olağan dışı uygumalar paylaşılıyor. Örneğin Endüstri Mühendisliği yüksek lisans derslerimde en çok hoşuma giden Tom Peters’ın yazdığı kitapları işlemekti. Siz gelişmekte olan bir ülkede, aile şirketlerinde iş bulmaya, çalışmaya çalışırken Tom Peters’ın yazdığı uygulamaları yapabilen şirketleri okuyorsunuz.
Sonuç tamamen çalışanın mutsuzluğu. Siz Türkiye’de aile şirketi zihniyetiyle yönetilen şirketlerde çalışırken, kafanızda Amerika’nın sıra dışı uygulamalarını düşünüyorsunuz. Yemekte yöneticiler ayrı masalarda yemek yerken, Google daki 39 ülke mutfağını, performansınızla değerlendirilmeyip sadakatınızla değerlendirilirken, yurtdışında hisse senedi seçeneğiyle (stock options) dolar milyoneri olan masörü düşünüyorsunuz.
Demem odur ki Türkiye’de çalışacaksanız işletme yüksek lisansı yapmayın ya da derslerden sadece geçer not alın :) Yoksa mutsuz olursunuz...

@rtemiz :)

Lütfen Biraz Hazırlık...

Lütfen Biraz Hazırlık...
Biraz abartıp, iş görüşmelerini savaşa benzetmeye ne dersiniz ? Sonuçta, kendi geleceğiniz için bir mücadele ise bir iş görüşmesi bir anlamda hayatınızın veya kariyerinizin ilk savaşı gibi düşünülebilir.
Peki büyük savaş uzmanlarının özlü sözlerinden yararlanalım mı ?
Sun Tzu: “Başkasını ve kendini bilirsen sen, yüz kere savaşsan da tehlikeye düşmezsin; başkasını bilmeyip, kendini bilirsen bir kazanır bir kaybedersin; ne kendini ne de başkasını bilirsen, girdiğin her savaşta tehlikedesin demektir.”
İşte iş görüşmelerine gitmeden önce bir adayın hem kendisiyle ilgili bir değerlendirme yapmasını hem de gideceği kurumla ilgili araştırma yapmasını öğütleyen bir öneri. Kendi özellikleri üzerinde hiç düşünmeyen, bir aday ne kendi güçlü yönlerini vurgulamayı hatırlar ne de geliştirmesi gereken yönlerini ustalıkla gizleyebilir. Yine aynı şekilde, kurum hakkında yeterli bilgi toplamayanlar, ilgisiz ve isteksiz olarak değerlendirebilecekleri gibi aynı zamanda kendi özelliklerini kurum kültüründe nasıl yansıtabileceklerine ilişkin avantajı da hiç kullanmamış olurlar.
Peki ne yapılabilir ? Öncelikle aynayı kendi içimize tutararak, olabildiğimiz kadar nesnel bir incelemeyle kendi özelliklerimizi düşünmeliyiz. İçsel miyiz yoksa dışa dönük müyüz ? İçsel bir insansan ve örneğin Satış-Pazarlama alanında bir kariyer hedefliyorsak kendimizi nasıl geliştirebiliriz ? Dikkatimizi toplamada zorluklar yaşıyorsak, acaba Kalite alanı bizim için gerçekten doğru bölüm müdür ?
İş görüşmesine gideceğimiz kurumla ilgili de epey çalışma yapabiliriz. Öncelikle kurum web sitesi varsa (yoksa gitmemek iyi olabilir J) öncelikle vizyon, misyon, değerler ve hakkımızda bölümlerini inceleyin derim. Şirket ne üretiyor, ne sunuyor, hangi pazara sunuyor bakın. Örneğin Balkanlara satışı varsa ve Bulgarca biliyorsanız alın size önemli bir avantaj. Arama motorlarına girin şirketin adını bakın neler çıkıyor. Rakipler ne demiş, kullanıcılar veya satın alınlar ne demiş ? Şirket büyüyor mu, ihracatçı mı ?
Atilla: Savaş ya da anlaşmaya başlamadan önce, tüm olasılıkları gözönüne almak akılılıktır. Bunları iyice düşünün. Hareketlerinizin doğuracağı sonuçları gözden geçirin. Böylece en kötü duruma hazırlıklı olursunuz.”
Tüm olasılıkları düşünmeli yani tüm gelebilecek sorulara hazırlıklı olmalıyız. Başka şehirde mi iş arıyorsunuz, hemen nereye taşınabileceğinizi önceden kabaca da olsa düşünmeli ve yanıtını hazırlanmalıyız. Okulu 1 yıl geç mi bitirdiniz, geçerli bir nedeniniz varsa bunu anlatmalı yoksa çok da ayrıntıya girmeden okulun zorluğundan veya bulacağınız mantıklı bir açıklamadan bahsedebilirsiniz...
Evet tüm savaşlardan başarılı çıkmanız dileğiyle...

@rtemiz :)

Sayılar ve İnsanlar...

Sayılar ve İnsanlar...

Modern dünyada artık her şey sayısal. Sayamadığımızı şeyi ölçemediğimizi düşündüğümüz için her şeyi sayıyoruz. Trafikte ölenleri sayıyoruz, şehit olanları sayıyoruz, istifa edenleri sayıyoruz...

İşin içinde değilsek, sadece okuyan, dinleyen veya izleyensek belirli bir süre tüm sayıları sadece SAYI olarak algılıyoruz. Haberleri dünlerken “2 er şehit oldu” haberi bizim için 2 sayısıyla anlamsızlaşıyor. Aynı şekilde her gün “4 kişi trafik kazalarında öldü” haberi de aklımızda 4 olarak saklanıyor.

Halbuki “ateş sadece düştüğü yeri yakıyor”. Bizim 2, 4, 15 olarak algıladığımız, alıştığımız rakamlar aslında birer insan hayatı. 1 sayısı aslında; 1 baba, 1 eş, 1 oğul, 1 ağabey anlamına geliyor ve biz bunları düşünmüyoruz artık.

Düşünmedğimiz için, sadece sayı olarak gördüğümüz için de hiçbir şey yapmıyoruz. İnsan 1’e, 3’e, 15’e ne yapabilir değil mi? “Sistem suçlu” demek gibi bir şey, sayılara sığınmak.

Nisan ayı sonlarında bir akrabamızı terör nedeniyle kaybettik. Şehit olan bu uzman çavuş, bizim için iyi bir dost, eşi için iyi bir koca, 2 çocuğu için iyi bir babaydı. Ama ölüm haberini izlediğim medyada “1 uzman çavuş şehit oldu”yu duyunca, sayılara ne kadar alıştığımızı, duyarsızlaştığımızı tekrar hatırladım acı bir şekilde. Evet ateş sadece düştüğü yeri yakıyor...

@rtemiz :)

Zor dostum zor…

Zor dostum zor…
Sizden ailenizdeki, çalışma hayatınızdaki, kısaca çevrenizdeki zor insanları bir an için düşünmenizi istiyorum… Sürekli sorun çıkaran, gündeminizi işgal eden mutlaka bir veya birkaç insan vardır değil mi?

Peki hiç düşündünüz mü? Bu zor insanların, biz izin verdiğimiz için zor insanlar olarak hayatımızı, işimizi etkilediklerini…

Örneğin iş hayatımıza bakalım… Kim ne kadar zorluk, sorun çıkarırsa o kadar çok konuşulmuyor mu? Sizin şirketinizde en çok saygı görenler, sizi en az dinleyip, en çok eleştirenler değil mi? Veya kapısından girmeye çekindiğiniz o zor iş arkadaşınız/yöneticiniz için siz değil misiniz “çok sıkı adam/kadın” diyen. Bir düşünün bakalım…

Örneğin televizyonlardaki kaliteli (!) programlara bakalım…

Kim ne kadar çok çevresini eleştirirse, kim daha çok bağırırsa reyting canavarı yapmıyor muyuz?

Ailemizde en çok sorun çıkaran kardeşimiz, akrabamıza destek verilmiyor mu?

Bu arada olan, sorun çıkarmadan güzel güzel işini yapan, çevresindekilere iyi davrananlara oluyor ne yazık ki. Böyle insanlar nedense iyi, güzel şeylerde akla en son geliyor. “Aman onu çağırmazsak neler olur” diyerek hep en zor insanları davet ediyoruz.

Çalıştığım bir kurumda, eğitimlere katılacakların listesi düzenlenirken, sürekli zor insanı oynayan, değişime dirençli bir yönetici vardı. Kurumlarda da eğitimler, “ödül, tatil” gibi değerlendirildiği için o zor insanı, “aman gelmezse o kadar çok sorun çıkarır ki, tüm projeleri sabote eder” diye, güney kıyılarındaki her iki eğitime birden çağırmıştık örneğin…

Eminim benzer kişiler, durumlar sizlerin hayatında da vardır.

Gelin bundan sonra zor insanları izole edelim; çağırmayalım, haklarında konuşmayalım, izlemeyelim, saygı duymayalım, sms göndermeyelim ve sadece zor oldukları için saygı duymayalım…

Ne dersiniz?

@rtemiz :)

Beklenmeyen bir etki görürseniz, bilin ki sorumlu benim...

Beklenmeyen bir etki görürseniz, bilin ki sorumlu benim...
Evet bu yazımda hiç yapmak istemediğim bir şeyi yapıyorum.
Hap gibi öneriler veriyorum. Ama hapları kullandığınızda, beklenmeyen bir etki görürseniz; örneğin iş bulursanız, yeni bir çalışma arkadaşına kavuşursanız, eğitiminize katılımcı sağlarsanız, bilin ki sorumlu benim :)

Önce işsizlere haplar...
* Özgeçmişinizle beraber mutlaka bir kapak mektubu hazırlayın. Örneği nerede diye sormayın, girin bir arama motoruna bulun.
* Özgeçmişinizin boyutunun 200 KB'i aşmamasına dikkat edin. Hatta 100 KB'a indirin. Unutmayın bazı şirketlerin e-posta alım kapasitesi sadece 100 KB.
* Özgeçmişiniz hazır, kapak mektubunuz da var. Tüm başvurularınızı aynı iletide göndermeyin yani tek bir iletiyle 100 kuruma başvurmayın cc yaparak. Her kuruma ayrı ayrı gönderin.
* E-posta adresiniz, fantastikdortlu@hotmail.com , cilginbedis@yahoo.com, karamuratinfedaisi@gmail.com gibi sizi yansıtan :) kullanıcı adı olmasın. Varsa da bunu değil, mümkünse sadece adınızı soyadınızı içeren bir kullanıcı adınız olsun.
* E-posta ile özgeçmişinizi ve kapak mektubunuzu gönderirken mutlaka önceden ekli dosyaların açılıp açılmadığını kontrol edin.
* İşe yerleştirme sitelerini iyice inceleyin, gereksinim ve arayışlarınıza uygun olanları seçin.
* Uygun olduğunuzu düşündüğünüz işe başvurmadan önce mutlaka özgeçmişinizi güncelleyin. Unutmayın, bu tür sitelerde sorgulama güncellik sırasına göre yapılmaktadır.
* Sadece siteleri veya e-postanızı değil, e-toplulukları da iş aramak için kullanın. Örneğin bugüne kadar 250'ye yakın işsizin iş bulduğu RecruitmenTurkey. http://finance.groups.yahoo.com/group/RecruitmenTurkey/ adresine girip JOIN deyin veya RecruitmenTurkey-subscribe@yahoogroups.com adresine boş bir ileti göndererek üye olup, sonrasında tüm İK içerikli paylaşımlarınızı (örneğin özgeçmişiniz gibi) RecruitmenTurkey@yahoogroups.com adresine göndererek en az 15.400 üyeye doğrudan gönderin.
* e-topluluk da mı yetmedi? O zaman şansınızı bir de sanal ağlarda deneyin. Örneğin cember.net, openbc.com, hi5.com, linkedin.com gibi...

İnsan Kaynakları & Eğitim Kurumları - Bölümleri Çalışanları...
* Yeni bir çalışma arkadaşı veya danışmanlık yaptığınız kuruma yeni bir çalışan arıyorsanız, siz de e-topluluklara üye olup, uygun adayı kovalayabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, iletinin konu bölümüne IS:KURUMADI, POZISYONADI, SEHIR bilgilerini yazmanız...
* Eğitim duyurusu göndereceksiniz, aynı şekilde iletinin konu bölümüne EGITIM yazarak ilanınızı gönderebilirsiniz.
* cember.net, openbc.com, hi5.com, linkedin.com gibi sanal ağları da kullanabilirsiniz.
Her iki belirti için son haplar da, kendinize ait web sitesi olanlar veya blog yazarları... İşsizseniz; kendinizi tanıtın, beyin avcısı iseniz buralara da bir göz atın derim...

@rtemiz :)

Büyük Düşünün, Küçük Oynayın...

Büyük Düşünün, Küçük Oynayın...
Üniversitelerde yaptığım paylaşımlarda, genç arkadaşlarımızın bazen ufak ayrıntılarda kaybolabildiğini gözlemliyorum.

Anlık sınav kaygıları veya başla nedenlerden dolayı, hayatlarının çok önemli bir bölümünü oluşturacak iş hayatı üzerinde yeterince düşünmedikleri veya büyük resmi kaçırdıklarını görüyorum ne yazık ki.

7 yıl önce kurulan ve görünüşte çok basit bir tasarımı olan bir arama motoru şirketinin, bugün yaklaşık 80 Milyar ABD Doları değerinden olacağını kim bilebilirdi ?

Dünya devi olarak görülen ve herkesin çalışmak için can attığınEnron, Arthur Andersen gibi şirketlerin batabileceğini kim tahmin edebilirdi ?

O yüzden artık gençlerin " ben şu şirkete kapağı bir atayım, sonra hayatım kurtuldu" mantığı artık yıkılmak zorunda. Kimse size garanti veremez, siz harika çalıştığınız hatta şirketiniz için müşteriler yarattığınız halde bir sonraki gün işsiz kalamayacağınızı.

Belki ülkenize bir bomba atılabilir, belki bir virüs (sanal veya gerçek) çalıştığınız sektörü vuracak, belki başka bir şirket çalıştığınız şirketi satın alıp kapatacak, belki şirketiniz küresel rüzgarlara dayanamayıp batacak, kim bilir ?

Peki tüm bu riskleri düşünüp, iyice kontrol manyağı olacağız. Hayırrr.

Büyük Düşünüp, Küçük Oynayacağız...

Büyük Düşüneceğiz; Kendi işimi kurarken de başkasının işinde çalışırken de büyük düşüneceğiz.

* Çin mi geliyor, Hindistan mı büyüyor izleyeceğiz.

* Yeni sektörler, yeni ürünler&hizmetler neler öğreneceğiz ? Bu yeni alan benim işimi, şirketimi nasıl etkiler, büyütür mü küçültür mü düşüneceğiz ?

* İnterneti kişisel ve kurumsal gelişim ve pazarlama için nasıl kullanabiliriz araştıracağız.

* Küresel ve yerel nüfüsun yaş ve ekonomik durumları, tüketim alışkanlıkları değişiyor mu bileceğiz.

Küçük düşüneceğiz; Pazar veya dünya ne kadar büyük olsa da artık genele yönelik ürün ve hizmeti ancak çoook büyük miktarsa sunarsanız pazarda kalabilirsiniz. Böyle bir şansınız yoksa mutlaka kendi küçük pazarınızı kendiniz yaratacaksınız...

@rtemiz :)

5 yıla neler sığdırdık...

5 yıla neler sığdırdık...
RecruitmenTurkey e-topluluğu, 21 Eylül 2000'de kuruldu. İnternette sörf yaparken e-groups diye bir site gördüm. Siteyi inceleyince, e-posta ile üye olunan ve yine e-posta ile ortak bir konu etrafında paylaşımlarda bulunmaya olanak sağladığını gördüm.

Aynı dönemde kendi iş başvuru veritabanımı nasıl herkesle paylaşırım sorusunun yanıtını, bir internet sitesi ile diye bulmuşken, bu projeyi bir de e-toplulukla destekleyeyim diye düşündüm. Sitede iş başvuru kaynaklarını paylaşır, e-posta ile de iş ilanlarını ve insan kaynaklarına dair ne varsa onu paylaşırız diye düşünerek başladım her şeye...

Sitenin tasarımı ilk aşamada çok kötüydü, yahoo'nun geocities (ücretsiz) sayfalarında artık benim tasarım yeteneğim ne kadarsa, olanını kullanarak :) basit bir tasarımla elimdeki kaynakları nete aktarmaya başladım. Bir yandan da ilgili olabileceğini düşündüğüm, insan kaynakları çalışanlarını ve iş arayan herkesi e-topluluğa davet ediyordum.

Gerçekten iyi niyetle yapılan her şeyin karşılıksız kalmayacağını öğrendim sanal alemde. İlk önce adımdan beni tanıyan ilkokuldan (Ödemiş Atatürk İlkokulu) arkadaşım Aykut, eşinin internet sitesi tasarımı konusunda bilgisi olduğunu ve yardım edebileceğini söyledi. Ben de atladım hemen bu öneriye tabi :) Ben de Devrim'e az da olsa kariyer danışmanlığı yaptım, şimdi büyük bir bankanın internet takımında çalışıyor ve artık site tamamen benim kopyala-yapıştır yeteneğime kalmış durumda :)

Ana sayfasının altında adı geçen Devrim Aydoğdu sitenin şimdiki halini tasarladı. Ellerine sağlık :) Böylece site profesyonel bir görüntüye kavuştu.

Ankara'ya taşınmadan e-posta ile yazışarak tanıştığım Murat Tuzcu'nun da yardımıyla sitenin konaklama (hosting) sorununu da çözdük.

Bu arada e-topluluk hizmeti veren e-groups şirketini, Yahoo satın aldı ve adı YahooGroups oldu. Genç nesil bilmez tabi :))

Gel zaman git zaman, e-posta ile sorulan sorulara yanıt vererek internette iş aramanın incelikleri konusunda oluşan bilgi ve deneyimi, özellikle üniversitelerde sunumlar yaparak bu sefer yüz yüze paylaşmaya başladım. Ankara dışında İstanbul, İzmir ve en son Kıbrıs'a eşimle beraber gittik. Baktım ilgi var bu konuya, oturdum bir de kitap yazdım, 2004 Eylülde piyasa çıktı.

E-topluluk büyüyünce, özellikle insan kaynakları alanında çalışan danışmanlık, eğitim ve internet siteleri şirketlerinin ilgisini çekmeye başladı. Danışmanlık şirketleri bir bölümü iş ilanlarını yayınladılar, bir bölümü iletişim bilgilerinden ulaşarak müşteri kazandılar :) Aynı şey eğitim içinde aynı şekilde gelişti. Eğitim şirketleri de ilanlarla eğitimlerini duyurdular ve eğitim gereksinimi olan şirketlere e-toplulukla ulaştılar.

E-posta atarak, üyelerimize ulaşan eğitim şirketlerine "gelin indirim yapın üyelerimize" dedik ve bu işbirliğini sitemizde ayrıca duyurduk. Şu an 71 eğitim şirketinin indirimi var üyelerimize. Yetmedi, zaman zaman kişisel ilişkilerimizi kullanarak ücretsiz eğitimler sunduk üyelerimize. Kavrakoğlu, İnventa, Hermes ve Mind&Heart'a teşekkürler.

Benzer amaçlarla kurulan her türlü oluşuma destek verdik bu 5 yıl boyunca. Yaprak Özer ile tanıştık ve 2 yıldır İndeks Yarışmalarının e-topluluk duyuru (biz yarattık sanırım bu kategoriyi :) sponsoruyuz.

Önce sanal ortamda tanışıp, sonra el sıkıştığımız Ulaş Bıçakçı, Abdullah Bozgeyik her zaman desteklediler bizi, teşekkürler...

Sitede ve e-toplulukta alacağım her türlü kararı olduk olmadık telefonlarım ve e-postalarımla sorarak bunalttığım, yurtdışında bile benden kaçamayan, dostum sevgili ikiz babası Doğan Mersin en büyük teşekkür sana :)

Esasında tekrar okuyunca yazıyı sanki bir veda yazısı gibi gelebilir ama bu yazı bir başlangıç yazısı aslında.

Eşim Deniz ile çıkacağımız yeni bir yolculuğun yazısı...

@rtemiz :)

Mutluluk basit değildir...

Mutluluk basit değildir...

Evet hiç de basit bir şey değildir mutlululuk.

Zaten basit olsa değerli olmazdı değil mi ?

Otobüste veya dolmuşta gidiyorsunuz, yanınızda "Ferrasini Satan Bilge"yi okuyan birisi. Eeee artık böyle bir kitabı okuduğuna göre olmuştur, diyorsunuz ama bir bakıyorsunuz vücut ölçüleri ile orantısız bir şekilde yayılarak oturarak, aslında sizin mutluluğunuzdan çalıyor.

Veya yoga yapan bir yöneticiniz var ama size psikolojik şiddet (moda adıyla mobbing) uyguluyor.

Türkiye'de son zamanlarda belki başka kültürlerin de etkisiyle, zor yaşamlardan saçma sapan yöntemlerle hatta eğitimlerle sıyrılma çabası başladı bence. Bu yöntemleri uygulayan, bu eğitimleri alan kişiler sonsuza kadar mutlu olacaklarına inanıyorlar. Belli bir süre sonra plasebo etkisi geçince daha büyük bir mutsuzluk dalgası geliyor ve eski mutsuzluğunuzu arar oluyorsunuz :)

Bu sahte mutluluk sektörü Amerika'dan sonra Türkiye'de de gittikçe büyüyor. Hiç bir kitap zararlı, hiçbir eğitim yararsız değildir ama eğer alıcı gerçekten uygun ve bilinçli ise...

Kimilerine göre motivasyon, bana göre "gaz verme" eğitimleri özellikle çok popüler olmaya başladı. Hatta eğitim sektörü, teknik eğitimlerin içine veya sonuna yama olarak bu tür uygulamalar ekledi. Bu tür uygulamalar tam tersi olarak eğitimlerin içeriğini boşaltma tehlikesi içeriyor...

Hayata bakışınızı değiştirmeden, bir şeylerin değişmesini dışardan beklemek her zaman en doğru veya zararsız olmayabilir...

Demek ki mutluluk basit ve kolay bulunan bir şey değilmiş. Neden, çünkü saf bir mutluluk arıyoruz çoğumuz. Mutluluğun gizi de burada zaten, saf mutlululuk diye bir şey yok.

Mutluluk, hayatımızın her anında saklı esasında. Bu anların farkına vararak, acısını da, zorluğunu da kabullenerek yaşamaya çalışırsak bu kısa hayatı, mutluluk yolunda bir adım önde oluruz.

Hayatı sadece güzel anlarla değil, tüm zorluklarıyla, acılarıyla kabullenerek yaşamak lazım.

Gülmek de lazım, ağız dolusu, ağlamak da lazım...

@rtemiz :)

Ya İçindesindir Çemberin...

Ya İçindesindir Çemberin...

"Ya içindesindir çemberin

Ya da dışında yer alacaksın.

Kendin içindeyken

Kafan dışındaysa..."

Yeni Türkü'den aldığım ikinci yazı başlığı bu. Gençliğimde en fazla dinlediğim gruplardan biri olduğu için sanırım, bir şeyler anlatmaya başladığımda aklıma hemen bu grubun şarkılarının dizeleri geliyor.

Neyse, tatildeyken (1 haftalık bir süreye tatil denirse) öyle tatil köylerini çok sevmediğimizden dolayı, sistem dışı takıldık her zamanki gibi. Daha sakin, daha doğal sadece kendiniz olduğunuz ortamlarda dinleniyoruz, yenileniyoruz...

Öğrencilik yıllarında yukarıdaki şarkıdaki gibi "meyhane masalarında kahrolurken" sürekli sistem içi, sistem dışı; çemberin içi, çemberin dışı tartışmaları yapardık. Zaman geçti, sistemin içinde yerimi güzelce aldık :)

Biz kendimizi sistem dışı görürken, tatil yaptığımız yörede bir çiftle karşılaştık. Yaklaşık 8 ay sistemde kalan bu çift, 4 ay tamamen sistem dışına çıkıyor. Tatil yaptığımız deniz kıyısının ıssız, elektriksiz, insansız, kimsenin yaşamadığı sadece gündüz gezi teknelerinin uğradığı bir koyda yaşıyordu bu çift.

Aynı burçlara sahip olduğumuz ve burçlarımızda "özgür" ruhlu olduğumuz yazdığı için, bu çifti görünce biraz bozulmadık değil :(

Bu çift geceleri çadırlarında, bir giyim mağazası için giysi tasarlıyor ve dikiyor. Gündüzleri de ürettikleri tasarımlarını ufak bir motor ile gelen gezi yatlarına, teknelerine satıyorlar.

Ufak motorları onları dış dünyaya, daha doğrusu herşeye, sisteme :) bağlayan tek şey. Zaten karayolu ile yaşadıkları yere gitmek mümkün değil, tek yol denizden.

Bir an insan kendisini onların yerine koyuyor. Ben yapabilir miyim ? Ben böyle yaşayabilir miyim ?

4 ay elektrik yok, internet yok :)

Evet, herkesin dünyası kendine güzel, kendine uyumlu. Herkes, kendi yarattığı çemberin içinde güzel, kendi sisteminde mutlu :)

Sisteminizi bulmanız, çemberinizi bilmeniz dileğimle.

Eee yaz yazısı da ancak bu kadar uzun olabiliyor :)

@rtemiz :)

Tüplü Dalışla Öğrendiğim Dersler...

Tüplü Dalışla Öğrendiğim Dersler...
Evet yaz geliyor ve geçen yıl başladığım tüplü dalışları çok özledim ben. Bu yazıda da kısa dalış öykümüzü ve öğrendiklerimi paylaşacağım.

Belki de burcumdan (Balık) dolayı oldum olası Deniz'e :) aşığımdır. Üstünde yüzmesine, kenarında uzanıp güneşlenmesine, dalgalarının sesine, uzaktan seyredip içmesine bayılırım. Deniz, başım her sıkıştığında yanına koştuğum bir dost olmuştur benim için.

11 yıllık İstanbul'dan sonra Ankara'ya, denizsiz kente gelince, uzun zamandır yapmak isteyip de zaman ve fırsat bulamadığım tüplü dalış kurslarına gitme şansım oldu. Daha önce Antalya'da ve de Adrasan'da keşif dalışı yapmıştık. Özellikle eşim çok az olan korkularını da yenince karar verip, geçen bahar aylarında kuramsal eğitimimizi aldık. Az da olsa kurstan sonra hiç dalamayanlar olduğunu öğrendik.

Ders 1: Gerçekten yapabileceğinize inandığınız işlere kalkışın.

Diğer tüm eğitimlerde olduğu gibi, eğitmen ve eğitim kurumu çok önemli. Çok riskli olmasa da tüplü dalışta da diğer tüm sporlar gibi kurallarına uygun yapılmadığında bir risk söz konusu. Bu nedenle hayatınızı teslim edeceğiniz ellere güvenmeniz lazım. Doğru örnek için bakınız; www.aquaclub.com.tr :)

Ders 2: Eğitim gerektiren işlerde, gerekli eğitimi mutlaka konusunda yetkin eğitmenlerden alın.

Asutay Hocamızın aldığımız 1 Yıldız dalış eğitimimizi Bodrum'daki uygulamalı 4 dalışla bitirerek eşim ve ben uluslararası geçerliliği olan 1 Yıldız Balıkİnsan olduk :)

Dalanlar bilir, hiç kimse tek başına tüplü dalış yapamaz. Belirli kurallar içinde mutlaka 2 kişi dalmak zorundasınızdır. Dalışlarda genelde 2'li takımlar halinde yapılır. Bu 2'li takımlara ingilizce "budy" deniyor dalış aleminde. Suyun altında ve üstünde herkesin bir budy'si var ve herkes budy'sinden sorumlu. Su üstünde dalış hazırlıkları yaparken, ekipman üstünüzde atlamadan tam önce ve suyun altında sürekli kontrol etmeniz lazım budy'nizi. Çok fazla dalış sayınız yoksa, akıntı veya görüş sorunu yaşanıyorsa budy'nizin elini bırakmamanız gerekiyor hatta. Kötü bir budy size sürekli sorun çıkaracağı gibi iyi bir budy de hayatınızı kurtarabilir.

Ders 3: Başta hayat arkadaşınız olmak üzere tüm arkadaşlarınızı çok iyi seçmelisiniz.

Biz eş olarak daldığımız için zaten hayat budy'imizle dalmış oluyoruz karşılıklı olarak ve birbirini çok iyi tanımanın avantajlarını yaşıyoruz.

Esasında budy ağırlıklı olarak düşünülse de gerçekte kaptan ve hatta miçolar dahil sorumluluk tüm teknede dalış sporunda. Tüm takım olarak en iyi olduğunuz takdirde, her şey yolunda gidebilir.

Ders 4: Takım olarak en iyi iseniz, sonuçlar mükemmel olabilir.

Evet, bizler insanoğlu olarak birer kara hayvanıyız. Suyun altı bizim dünyamız değil ve bu dünyada çok kısa da olsa misafir olabilmek için ne zahmetlere katlanıyoruz. Eğitim alıyoruz, üstümüze özel bir giysi giyiyoruz, belimize ağırlık takıyoruz (kolay batmak için), maske takıyoruz (gözlük değil aman, yoksa hoca şınav çektirir :), en önemlisi de sırtımızdaki yeleğe (inip, çıkmak için) bir tüp takıp, tüpten gelen havayı ağzımızdan alıyoruz. Ne kadar denizi, balıkları, su altı dünyası severseniz sevin onlardan biri kesinlikle olamıyorsunuz. En fazla tüpteki havanın sınırı kadar o dünyanın geçici bir vatandaşı olabiliyorsunuz.

Ders 5: Farklı dünyaları yaşamak sizi zenginleştirir.

Dalış sporu, kesinlikle kendini, budy'ni ve hatta ekipmanını ve de tüm dalış takımını iyi tanımanı gerektiriyor. Yıldız sayısı, eğitmen dalgıç sayısı, denizin akıntı ve görüş durumu, tüpünün türü, dalış derinliği gibi bir sürü değişkene göre şekilleniyor dalış süreci. Kendini ve tüm sürecin sınırlarını bilip ona göre uygun davranışı sergilediğin takdirde hiç bir riski yok. Ama kendini zorlayıp, sınırları aşma güdüne yenilirsen tehlike o zaman başlıyor işte...

Ders 6: Kendini tanı, aşamayacağın sınırları zorlama.

Bodrum'daki 4 dalıştan sonra aldığımız dalış defterlerimize daha sonra Türkiye'de daldığımız Kalkan Dalışlarını (toplam 6 dalış) ekledik. Dalış sporunun bir güzelliği de ülkenin tüm güzel kıyılarını bu sefer başka açılardan da tanıyabilmeniz.

Çok fazla deneyimimiz olmasa da dalışın kabesi diye bilinen Kızıldeniz'e de gittik. Şimdi değerlendirdiğimde belki biraz erken diye düşünsem de yine de çok güzel bir deneyimdi. Farklı bir ülkede, farklı bir denizde ve de farklı bir takımla daldık. Türkiye'de öğrendiğimiz bazı şeylerin Türkiye için doğru olduğunu gördük. Mısırlı dalış eğitmenimiz, bizi ele ele görünce, suyun dibinde "bu Türkler çok romantik" yargısını oluşturduk :)

Gerçekten Kızıldeniz'in su altı dünyası bambaşka. Çoook zengin bu dünyayı önce dünyaya (müşterilere) sunmak için çaba harcamışlar, şimdi de korumak için epey uğraşıyorlar. Sabah limandaki yüzlerce tekneyi, binlerce balık insanı gören suyun altında trafik polisine gereksinim duyulacağını düşünüyor. Trafik olmasa da koruma için dalan balık polisler varmış ama biz görmedik.

Ders 7: Her zaman aynı alanda da farklı şeyleri dene, farklı şeyler öğreneceksin.

Eşim Deniz, son dalışımızın son dakikalarında tepemizde yüzen büyük balıkları görünce epey korkmuş. Bana eliyle bir takım hareketler yapsa da ben o balıkları yunus sandığım için "her şey yolunda" anlamında ona "ok" çektim. Ama Deniz, o balıkları belki de dalış yaptığımız bölgenin adında "köpek balığı" var diye :) köpek balığı zannedip, istemeden epey yükselmiş. Sonra öğrendik ki gördüğümüz o balıklar, bizim teneke kutularda görmeye alıştığımız ton balıklarıymış.

Ders 8: Her şey düşündüğünüz gibi olmayabilir, soğukkanlı olmak lazım.

Kızıldeniz'deki 5 dalışla toplamda 15 dalış, defterimizde kayıtlı. Bakalım bu yaz deftere kaç dalış, öğrendiklerimize kaç ders ekleyeceğiz ?

@rtemiz :)

Otuzu Devirmek...

Otuzu Devirmek...
Geçen günlerde 30'lu yaşlara adım attım, 30'u da geçtim artık 31 yaşındayım...

Özellikle üniversite çağında insan, 30'uma gelince nasıl olacağım, neler olacak diye düşünüyor. En azından ben çok düşünmüştüm. Henüz iş alanını seçmesem de en azından mesleği seçmiştim, endüstri mühendisliği. Şans veya şanssızlık, endüstri mühendisi demek hem her şey hem de hiçbir şey demek. Ben, maydanoz mühendisi oluyoruz derdim o yıllarda, her şeye katılabildiğimiz için...

Ben de son sınıfa kadar "ne olacağıma" karar vermemiştim. Zaten "ben sana meeendüz olamazsın demedim adam olamazsın dedim" ler olduğu için adam olmaktı hedefim. Son dönem aldığım bitirme tezimde kendimi zorlayarak, hem üretim sektöründe hem hizmet sektöründe proje çalışması yaptım. Daha önceki teknik gezilerden, mezun apla-agabeylerimizden de bir şeyler görüp, duymuştum ama bitirme tezinde çalışma hayatını ucundan da olsa tanıma şansım oldu.

Gördüğüm şuydu ki, sevdiklerim çok belirgin olmasa da sevmediklerim açıktı. Üretim, fabrika ortamı, bankalar bana uygun değildi. Hiç mi gitmedin görüşmelerine derseniz çok gittim.

Derken çalışma hayatına yüksek lisansımla beraber başladım. Sizleri iş hayatımı anlatarak sıkmayacağım merak etmeyin.

Gördüm ki, insan kendine uygun ortamlarda ve şartlarda başarıyı yakalıyor. Bir de deneyimsizliği aşınca. Geçmiş 9 yıla bakınca yaptığım onca hatanın beni olgunlaştırmaya başladığını görsem de sürecin tamamlanmadığı kesin :) Üniversiteli bir arkadaş, bir söyleşide "farkında olup dayanmak nasıl demişti sistemin içinde olarak"... Bence en değerlisi, farkında olup da duruşunu değiştirmemek asıl, bozulmamak.

Bazen düştüm, kalkamayacak duruma da geldim. Ama biliyordum ki, bazen sıçramak için eğilmek lazımdı, bir şekilde ailemin desteğiyle dayandım.

İş dışında neler yaptım... Çok dirensem de evlenmem diye doğru insanı bulunca insan yine değişiyor. İşte kırılmadan bir eğilme daha :)

11 yıl İstanbul'dan sonra Ankara'da nasıl yaşarım diyordum denizsiz. Ama şans, Ankara'da buldum Deniz'imi. Evlendim yaklaşık 20 ay önce ama yine farklıydı, kara da evlenmedik.

Nerede duyduğumu hatırlamıyorum, "önemli olan inek gibi birbirinin gözünün içine bakmak değil, ileride aynı noktaya bakmak" sözünü. İşi seçtikten sonra hayattaki en önemli diğer bir seçim, daha da önemlisi eşini seçmek. Hayatı paylaştığınız insanı doğru seçmek yine kendimizi tanımaktan geçiyor. Aile,para, kariyer, hobiler, herşey aynı olamaz, hatta olmamalı ama değerleriniz yaklaşık olursa hayatınız daha güzel geçer bu kesin.

Doya doya hayatı zevkle paylaşabiliyorsanız, değerleriniz ortaksa doğru insanı bulmuş olabilirsiniz, olasılık çok az aman onu kaybetmeyin derim :)

Yol daha uzun tabi. Umarım bu 30 yıl yazısından 1-2 tane daha yazabilirim :) Umarım yaşlanınca daha az sıkıcı yazılar yazarım, sizler de okur eğlenirsiniz...

@rtemiz :)

Bir E-Cemaat Liderinin Gözünden 2004 :)

Bir E-Cemaat Liderinin Gözünden 2004 :)
Eee cemaatiniz e-cemaat olunca 2004 yılında neler yaptığınızı da internet sitelerine anlatıyorsunuz.

İnsan Kaynakları başlığı altındaki (sadece Türkiye’nin değil) en büyük (yaklaşık 9000 üye) ve en etkin (bugüne kadar 30.000 ileti-paylaşım) e-topluluğu RecruitmenTurkey’in kurucusu ve yöneticisi olarak 2004’de neler yaşadım, yaşadık…

* RecruitmenTurkey (http://finance.groups.yahoo.com/group/RecruitmenTurkey/) , İnsan Kaynakları e-topluluğu olduğu için en önemli görevimiz işsizliğe ufak da olsa bir darbe vurabilmek. 2004’te yaklaşık 30 kişi, toplamda 43 kişiye iş, staj sağladık. Fakat bu sayılar bizim bildiğimiz. Anlamadığım ilk nokta, internetten iş veya çalışan bulanların bir nedenden ? dolayı bunu gizlemeleri. Sadece benim bildiğim 10 kişi var yaklaşık internetten iş bulduğu halde açıklamaktan korkan. Bu 10 kişiye belki de 100’lercesi eklenebilir,tıpkı buzdağının su altında kalan kısmı gibi. Hatta bir üyemiz sitemizdeki “aRTık İşim Var” köşemizdeki yazısını çıkarmamızı istedi. Sanırım internet yoluyla iş/çalışan bulmayı insanlar hor görüyorlar. Utanmayın arkadaşlar, e-cemaat lideriniz olarak en baştaki örneğiniz benim, ben de internetten iş buldum.

* 2004 başında üye sayımız 5400 iken bu yılı, 9000’e yaklaşık olarak kapattık. Sanırım bunda Eylül ayında çıkan “İnternette İş Bulma Rehberi” adlı kitabımın da katkısı vardır.

* Peki internetten iş bulmayı, e-toplulukları iyi kullanmayı biliyor muyuz ? En basiti; özgeçmişimizi e-postayla göndermede bile o kadar çok hata ile karşılaşıyorum ki. E-postayla özgeçmiş göndermenin inceliklerini, e-topluluklara üye olmayı, etkin kullanmayı, siteleri nasıl seçeceğimizi öğrenmek için ne yapıyoruz 2005’te. Hemen http://www.recruitmenturkey.com/KITAPTANITIM.htm ı tıklayıp, online alışveriş deneyimiyle beraber kitabımı alıyorsunuz. Sonra kariyer dünyasında keyifle sörf yapıyorsunuz.

* 2004’de sadece iş bulmadı üyelerimiz. Çeşitli işbirlikleri sonucunda hiçbir maddi çıkar sağlamadan Kavrakoğlu Danışmanlık’tan 4 derslik e-insan kaynakları programı, Mind&Heart Academy’den NLP eğitimi ve İnventa Danışmanlık’tan ODTÜ -SEM İK Eğitimi ve yaklaşık 5* eğitim kurumundan %50’lere varan özel indirimler sağladık e-topluluğumuzun gücüyle.

* 2004 yılında e-cemaatin garipliklerine gelince; tartışmayı bilmeyen bazı müritleri  pardon üyeleri uzlaştırmak, sakinleştirmek; kendi arasında 10 kez e-mailleşip sonra birbirini bana şikayet eden üyelerin arasına girme şanssızlığı, üye şikayeti sonucu “teknik ve psikolojik” destek verdiğimi iddia ederek avukatlardan e-posta almam, adımızı-logomuzu-özel iletilerimizi aynen taklit eden kopyalarımız, tatillerde örneğin Kalkan’da yorucu dalışlardan sonra bile eşimin tehditkar bakışlarına rağmen internet kafe aramam…

Evet, e-cemaat lideri olmak öyle kolay değil. 365 gün, 24 saat tatil demeden çalışmak demek…Umarım 2005 de sanal tartısmalar daha az hakemlik yapmak zorunda kalır, daha çok yaratıcı olabilir, ne bileyim daha çok dalışa giderim eşimle…

@rtemiz :)

İnternet ve Dönüşüm

İnternet ve Dönüşüm
Tam emin değilim ama ilk olarak 1996 yılıydı sanırım e-posta ve internet dünyası ile tanışmam. Üniversite bitiyordu ve ben yurtdışındaki yüksek lisans olanakları için araştırma yapmak istiyordum.

Amerika'ya, hatta İstanbul'daki ofislerine gitmeden internette yaptığım araştırmayla epey bilgi topladığımı hatırlıyorum.

Gerçi, lisedeyken (İzmir Fen Lisesi) o zamanlar Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği'nde dahi olmayan bir erişimimiz vardı, siyah üzerine yeşil karakterli ekran içeren, daha eski bir anı olarak. Herhalde o günkü erişim, üniversiteler arası erişimi sağlayan internetin ilkel formuydu :)

Neyse, üniversite sonrası girdiğim iş hayatımın ilk yıllarında internet yoktu :(

Artık internet işte, evde, her yerde... Hatta bazı yerlerde, örneğin bazı otellerde, alışveriş merkezlerinde, dizüstü bilgisayarınızı (tabi bazı özelliklere sahip) alıp herhangi bir telefon hattı olmadan da internete girebiliyorsunuz.

Peki interneti neler için kullanıyoruz biz Türkler ? Kurumsal ve bireysel olarak ben hala etkin olarak kullanamadığımızı düşünüyorum. Kamuda bu konuda belli bir girişim görülse de bütünlükten uzak olduğu için genele yayılamıyor. Bazı belediyeler, silahlı kuvvetler, polis benzeri kurumlarda olan dönüşüm hem yeterli değil hem de genele yayılmadığı için kopuk olabiliyor.

İstanbul'da yaşarken, pasaport için Emniyetin sitesinden e-başvuru yapmıştım. Sitede başvurunun internetten yapılması halinde, önceden doldurulan bir formun nüfus kütüğünüze siz gitmeden ulaştırılması nedeniyle başvurunun daha hızlı olacağı yazıyordu. Ben de dediği gibi yaptım. Formu internetten doldurdum ve 2-3 gün sonra gittim ki, kütüğümden cızz diye geldiği için :) zaman kazanayım (!).

Benim gitti diye bildiğim form, emniyet vakfına X lira bağış alabilmek için tekrar karşıma çıkmaz mı ?

Tabi ki internet iyi bir şey olsa da, zihniyet değişmediği zaman, her şey aynı kalıyor.

Özel sektör de dahi kurum internet sitesi dendiği zaman, durağan ve kuru bir şirket broşüründen öte gitmeyen tasarımlar anlaşılıyor. Bırakın internet üzerinden satışı, çalışanlara, bayilere, müşterilere ulaşmayı; ürün ve hizmetleri bile yeterince tanıtmayan yapılar görüyoruz.

Bireylere baktığımızda en iyimser kaynaklara göre Türkiye'de nüfusun %87'si İ'den bile habersiz :(

Ama hem kurumlar hem de bireyler bu dönüşümü yaşamak zorundalar. Yakın gelecekte hem kamu hem de özel sektör yapmak zorunda kalacağı sanal hamlelerle bu alemde daha çok yer alacak. Bireyler de bu uygulamalardan yararlanmak ve belki de kendileri de yaratmak için internet dünyasına girmek zorunda kalacaklar.

Dünyada daha önce yaşanan tüm yapısal dönüşümlerle kıyaslandığında, bu dönüşüm - internet erişimi olan - herkese açık . Bireysel olarak da katılabileceğiniz bu dönüşüme ayak diremeden, devlet, şirket, kurum veya birey olarak hazır olmamız gerekiyor.

Bol internetli günler diliyorum:

@rtemiz :)

Öğrenmeyi Öğrendiniz mi ?

Öğrenmeyi Öğrendiniz mi ?
Sitenin Paylaşımlar bölümündeki sunumlarda, KiGeP'te yaptığım mentorluk çalışmalarında ve sanal dünyada, gençler en çok neleri soruyor...

* Neleri öğrenelim ?

* İş hayatında başarılı olmak hatta iş bulmak için yetkinliklerim neler olmalı ?

* Yüksel lisans yapmalı mıyım ?

* Bitirdiğim üniversite, bitirme derecem ne kadar önemli ?

Fakat kimse "öğrenmeyi nasıl öğreniriz ?" gibi bir soruyla gelmiyor. Oysa, yönetim kitaplarına şöyle bir göz attığınızda gelecekte hatta bugünde geçer akçe olacak tek özelliğin "öğrenmeyi öğrenebilme" olduğu vurgulanıyor.

Bazı yorumlara göre her 3 yılda bir işle ilgili öğrendiklerimizin hepsi değişiyor, dönüşüyor. Yine bazılarına göre, şu an önemli olan yetkinliklerimiz 10 yıl sonra, kimsenin yüzüne bakmayacağı değersiz şeyler haline dönüşecek.

Ben üniversiteden lisans derecemi alalı 10 yıl olmadı, yüksek lisans derecemi alalı henüz 5 yıl oldu ama okulda öğrendiklerimin % kaçını iş hayatında kullanabiliyorum acaba ? Okulda bilişimle ilgili Basic ve Cobol denilen güzide :) dilleri öğrenmeye çalıştım. Daha biz okurken, Visual Basic, C, C++ gibi yazılım dilleri olduğunu duymaya başlamıştım. Okulun son yılı, ilk e-posta adresimi aldığımı da hayal meyal hatırlıyorum.

Peki, iş hayatımın ilk 3 yılında neler yaptım, şimdi neler yapıyorum ? Bırakın 10-20 yıl sonrasını, 2 yıl sonra neler yapacağımı biliyor muyum ? Hayır :) Peki bu beni korkutmuyor mu ? Evet, korkutuyor :(

İyi bir lise ve/veya üniversiten belki de iyi hatta çok iyi dereceyle mezun olmak eskiden yeterliydi, "hayat boyu garanti bir iş için"... Şirketler, böylelerini mezun olur olmaz iyi ücretlerle kaparlar ve belirli bir süreçte yönetici yaparlardı. Fakat artık hiç bir çalışan için işin garantisi yok, çünkü artık hiç bir şirket için iş güvencesi yok. Eğer şirketinizin yaptığı işi, Tayvan'daki bir başkası sadece %5 daha uygun fiyata yaptığı için işinizi kaybedebiliyorsanız, sizin rakibiniz artık sadece Türkiye'deki çalışanlar değil, aynı zamanda Tayvan'daki yüzünü hiç göremeyeceğiniz çalışanlar olabilir. Bu nedenle, siz ve yetkinlikleriniz sürekli olarak küresel değerler ne ise, o yolda değişmek zorundalar.

Artık okulda veya işte öğrendiğiniz şeyler, az sonra :) değişecek. Peki siz az sonra ne olacaksınız ? Yenilikleri, gelişmeleri izleyerek tekrar tekrar öğrenmeniz gerekiyor. Bunun için de yapılması gereken, öğrenmeyi öğrenmek... Bunun önemini anlamaya başlayan şirketler öğrenmeye, gelişmelere açık insanları işe alacaklar, çünkü ancak böyle çalışanlar, bu kurumları bitmeyen değişime uygun hale getirebilenler olacak.

Üniversiteden başlayarak öğrenim sistemimizi kişisel olarak eleştirme gücüm olsa da değiştirme gücüm yok :) Fakat artık öğrenim sisteminin dışında, sürekli öğrenme için daha doğrusu "öğrenmeyi öğrenme" için düşünmenin ve uygulamaya geçmenin zamanı geldi...

"Öğrenmeyi öğrenme" için hiç bir gereksinim yok. Sadece sorgulayıcı bir usunuz olsu yeter. Bir de Kişisel Gelişim Platformu (KiGeP) gibi gibi destekler tabii.

@rtemiz :)

Torpil attım geliyooor !

Torpil attım geliyooor !

Son zamanlarda özellikle üniversite öğrencileri ile yaptığım paylaşımlarda sadece krizin yarattığı umutsuzlukla değil, tanıdık&torpil sisteminin yarattığı umutsuzlukla da uğraşmaya çalışıyorum.

Peki bu torpil nedir, nerede yetişir, nasıl üretilir, nasıl kullanılır :)

Torpil, kısaca özellikleriniz sayesinde değil, amca, hala, dayı gibi yüksek düzeylerde bulunan tanıdık,eş,dost, akraba gibi unsurların yardımıyla işe girme ya da iş yaptırmaya deniyor. Bu özelliklere sahip olan şanslı arkadaşa da torpilli deniyor halk arasında :)

Kamuda daha çok siyasi ideoloji (iktidar yanlısı olmak ya da görünmek), hemşehrilik, tarikat, mezhep gibi unsurlarla yetişen bu bitki, özel sektörde göreceli olarak az yetişse de bu alanda da kendini patron, yönetici akrabası olarak gösterebiliyor.

Nasıl mı üretiliyor ? Yukarıda saydığım yakınlıklardan en azından bir tanesinin bulunması zorunlu bu süreçte. Diyelim ki öğrencisiniz, yazın zorunlu stajınız var. Hemen babanıza, annenize söylüyorsunuz. Onlar hemen dayınızın oğlunun eniştesinin büyük bir kurumda yönetici olduğunu hatırlıyor ve ellerinde 1 kilo baklava ile bu yakın akrabaya sizi de yanlarına katarak görmeye gidiyorlar. "Elimizden büyüdün kerata, afferin koca şirketin başına geçmişsin, eee artık şu bizim oğlana-kıza bir staj ayarlarsın" diyorlar. Siz de belki son gün, o da imzalar için giderek başarılı bir stajyer oluyorsunuz.

Peki ya torpiliniz yoksa ? İşte bu durumda hayata küsmek yok. Çabalamadan, uğraşmadan "benim torpilim yok, ben ne staj bulabilirim ne iş" demeyin sakın.

Kendi torpilinizi üretmek için neler mi yapılabilir ?

* bir kere aktif olacaksınız, konu staj veya iş farketmez, etkinliklere katılacaksınız. Etkinlikler tabi ki öncelikle kişisel gelişim için gerekli. Fakat aynı zamanda tüm etkinlikler birer sosyal ortam olduğu için kendinizi tanıtma ve torpil olabilecek potansiyellerle tanışma olanağı yaratır.

* kurumların gereksinimleri doğrultusunda proje üreterek, çözüm önerileri getirerek staj veya iş olanağı yaratın. Örneğin, hedefteki kurumlardan birisinde CRM' e geçildiğini duydunuz. Hemen konuyla ilgili bir derste özel bir çalışma yaratarak, bu kuruma katma değer yaratacağınızı vurgulayarak ilgili yöneticiyle bir görüşme ayarlayın.

* Yarışmaları izleyin. Örneğin, torpil sistemini çökertme girişimleri bulunan Yaprak Özer, düzenledği Yönetim Stratejileri yarışmasında dereceye giren öğrencilere bireysel veya grup olarak bilgisayar, cep telefonu gibi hediyelerin yanı sıra asıl önemlisi Türkiye'nin saygın kuruluşlarında staj olanağı sağlıyor.

Duymadıysanız buyrun ; http://www.indeksiletisim.com/yarisma.asp

Olanak, şans biraz da zorlandıkça artar, unutmayın...Ama yine de bol şans :)

@rtemiz :)

Ne Kadar Likitsiniz ?

Ne Kadar Likitsiniz

1980'lerde Özal'la birlikte sözcük dağarcığıma girenlerden birisi sanırım "Likidite"... Konvertibilite gibi finans alanında kullanılıyor. Bu sözcüğü bana öğreten kişiyi veya kaynağı hatırlamıyorum ama bilmeyenler için aynı benzetmeyi kullanacağım.

Diyelim ki, belirli bir birikiminiz var ve araba alacaksınız. Ama aynı zamanda başka bir gereksiniminizde de bu birikimi hemen kullanma olasılığınız var. Alacağınız araba öyle bir araba olsun ki, hemen de satabileseniz, istiyorsunuz. Peki, siz aynı paraya bir vosvos mu yoksa şahin mi alırsınız ? Tabi ki arabanızı hemen satabilmek istiyorsanız, şahin alırsınız. Çünkü vosvosu sadece sevene satarsanız, şahini satabileceğiniz hedef kitle ise çok daha geniş.

İşte şahin bu örnekte vosvosa göre daha "Likit" bir araba...

Peki insan kaynağının, insanın likiti ne demek ?

Likit İnsan; sadece kendi çalıştığı kurumda başarılı, değerli, yaratıcı olan değil başka ortamlarda da aynı değeri yaratabilen insandır. Birikimi, deneyimi ulusal hatta evrenseldir. İster a şirketinde, ister b vakfında çalışsın, ister Türkiye'de ister Hindistan'da isterse Amerika'da çalışsın onun için farketmez.

Şimdi düşünün bakalım, siz ne kadar likitsiniz ? Değerleriniz, birikiminiz ne kadar evrensel ? Başka bir deyişle, yarın işten bir nedenle ayrıldınız veya çıkarıldınız, istediğiniz bir işi hemen bulabilir misiniz ?

Peki kurumunuzdaki yöneticiler, çalışanlar ne kadar likit ? Yani çalışanlarınız ne kadar likitse kurumunuz da o kadar likit olacağından, kurumunuz ne kadar likit ? Kurumuzdaki çalışanlar, başka kurumlarda başka işlerde, sizdeki kadar başarılı olabilirler mi ? Yoksa başka ortamlarda sizdeki "özel" koşullardan dolayı başarılı olamazlar mı ?

Hem kişi hem de kurum olarak "likit" olmak için neler yapıyorsunuz peki ?

Yaz da yavaş yavaş geliyor, bol "likit"ler diliyorum :)

@rtemiz :)

Aslında giden değil, kalandır terkeden..

Aslında giden değil, kalandır terkeden..

Korkmayın, korkmayın kırık bir size aşk hikayesi anlatmayacağım :)

Yeni Türkü'nün bir şarkısında yer alan bu güzel dizenin şairini hatırlamıyorum ama bu dizeyi biten ilişkilerimin ardından çok düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. İlişki derken sadece gönül ilişkilerimi değil, ayrıldığım işleri de kastediyorum. Eee onlar da bir gönül ilişkisi sayılmaz mı bir bakıma; önce tanışma, bir kaç (iş) görüşme, hakkında düşünme, olumlu ise anlaşma, beğenmezsen kibarca reddetme. Demek ki işin başlangıcı aynı.

Başlangıcı aynı olduğu için olumsuz düşünürsek, sonu da aynı. Bu nedenle aşkların bitişi için kullanılmış bir dizeyi, işten ayrılma ile ilgili bir yazının başlığı yapmakta hiç düşünmedim. Cuk diye de oturdu hatta :)

Kendi ayrıldığınız işleri, işten çıkarılmaları veya kurumunuzdan nedensiz çat kapı istifa edenleri düşünün bir kez. Birey açısından bakıldığında; istifa eden mutlaka istifa etmeden önce belki doğrudan belki de dolaylı kurumdan&işten memnuniyetsizliğini dile getirmeye çalışmıştır. Bu her zaman dile gelmeyebilir. Başka davranışlarla da anlatılmaya çalışılabilir bazen. Artık eskisi gibi önemsemediğiniz için işe geç geliniyordur, verilen bir işler nedensiz geciktiriliyordur belki. Kısacası, artık kurumu gözden çıkarıldığı için doğrudan söylenemese de davranışlar ile "gidebileceğini, gitmek istediğini hissettiriyordur".

Kurum açısından bakıldığında da ; bu davranış biçimlerinin daha çok açık iletişim kanallarının olmadığı veya etkin kullanılmadığı kurumlarda (veya kişilerde) görüldüğünü söyleyebiliriz. Çalışan tabi ki böyle bir kararını doğrudan söylemek istemez. Fakat kurumlar, sistemler, yani İnsan Kaynakları, çalışanların memnuniyetlerini düzenli ve etkin bir şekilde ölçümlemelidir. Bu çalışmalarda çalışanlarının kurumdan beklentilerini doğru bir şekilde ele almalı, politika&strateji çerçevesinde değerlendirerek uygun olanlarını hızla hayata geçirmelidir. Her çalışanı kurumda tutmak imkansız ve de gerek de yok bence. Ama hep sizin çalışmak istedikleriniz aniden gidiyorsa bir yerlerde önemli bir sorun var, demektir. Veya tam tersi durumlarda; kurumlar, artık beraber çalışmak istemedikleri çalışanlarını kim bilir kaç kez çeşitli yollarla uyarıyorlar. Fakat aynı istifa gibi işten çıkarmada en son aşamada dile getirildiği için çalışanın bu uyarıları doğru anladığını söyleyebilir miyiz ? Genellikle hayır.

Evet, aynı aşklardaki gibi... Giden belki gitmek istemese de kalan bunu zorluyor bilmeden, istemeden. Kalan, birey olsun kurum olsun kendini sağlıklı değerlendirmezse, sağlıklı değerlendirilmezse gidene "Git" demiş oluyor, "ben sana uygun değilim, değişmeyeceğim, sen başının çaresine bak" diyerek. Ama bunları söylediğini çoğu zaman kendisi bile bilmiyor ne yazık ki. Farkettiğinde de iş işten geçmiş oluyor; sevgili, çalışan, kurum gitmiş uzaklaşmış oluyor ;(

Evet, bu yazı biraz karıştı. Biraz aşk, biraz iş. Ama hayat da bu değil mi zaten :)

@rtemiz :)

En beğenilen olmak yeterli mi?

En beğenilen olmak yeterli mi?
"En Beğenilen mi En Çok Çalışmak İstenilen mi ? ...

Yazımın konusu, Türkiye'de yeni yeni konuşulmaya başlanan, 1-2 yıldır anketleri yapılan bir konu. Çeşitli düzeylerde, farklı gruplarla yapıldığı zaman sonuçları da değişen bir değerlendirme.

En beğenilen şirketler veya en çok çalışmak istenilen şirketler...

Yurtdışında, en beğenilen, hayran olunan, saygı duyulan (most admired, most respected) adıyla yapılan çalışmayı biz de RecruitmenTurkey olarak bu yıl ikinci kez yaptık.

Tam da bu çalışmanın sonuçlarını hakkında yazmayı düşünürken Capital Dergisi'nin yaptığı benzer çalışma yayımlandı. Adecco işbirliğiyle yapılan çalışmada daha geniş bir kitlenin görüşü alınmış. Ayrıca sektör bazında ve belirlenen 18 kritere göre sıralama söz konusu. Katılımın daha yüksek olması nedeniyle Capital'in anketinin daha güvenilir olduğu bir gerçek...

Benzer görünse de her iki çalışmayı ayıran yönler var...

İlk olarak R.T.'nin hedef kitlesi yöneticiler değil, tüm düzeyde çalışanlar. Çalışanlar derken aynı zamanda çalışmak isteyip de iş bulamayanlar da var. Ayrıca henüz işe, sektöre dönemeyen finansçılar var. Bilimsel çalışma amacıyla yanıp tutuşan akademisyenler var.

Ayrıca bizim çalışmamızda sorulan tek bir soru var, "En Çok Çalışmak İstediğiniz Şirket". Bu soru esasında epey farklı şeyler algılatabiliyor. En beğenilenle, en çok çalışmak istenilen farklı olabilir mi peki ?

Evet farklı olabilir. Bir kendinizi düşünün, şirketleri "beğenme" güdüsüyle değerlendirirken kendi değerleriniz değil, piyasa değerleri ile değerlendirirsiniz. Aklınıza hemen ne bileyim borsadaki durumu, borç yapısı, sermaye sağlamlılığı, dışa açılması, ihracat oranı gibi veriler gelir.

Diyelim ki, tüm bu şirketlerden size iş teklifi geldi. Tamam, yukarıda saydığım veriler de önemli ama. Başka veriler de gelebilir aklınıza. Son krizde işten X şirketinden çıkarılan bir arkadaşınız, yükselme olanakları, beraber çalışacağınız takımın özellikleri ve de kurum kültürü belki. Belki de finansal açıdan harika bir teklifle gelen bir şirkete, toplumdaki algılanması nedeniyle hayır diyebilirsiniz.

Bu farklılıklardan dolayı her iki çalışmanın ortak noktaları olsa da kitle ve özellikler bu farklılığı sonuçlara da yansıyor kuşkusuz...

Örneklere geçersem; R.T. çalışmasında Tübitak, Merkez Bankası ve az oy alsa da diğer bankalar var. Akademisyenlerin ve hala iş arayan finansçıların gözdeleri. Maddi açıdan sağladığı avantajlarla, Unilever birinci sırada. Oysa diğer çalışmada 2 yıldır 11. sırada. Diğer çalışmaların ilk üçü, yerli şirketlere duyulan güvensizliği nedeniyle R.T. çalışmasında alt sıralarda. R.T. çalışmasında, yabancı ortaklıkları nedeniyle ikinci sırada Koç Holding var. Oysa diğer çalışmada Sabancı düşerek 6. olmuş. Her iki anket için en tutarlı şirket, Coca-Cola. Ayrıca ilaç şirketlerinde de en iyi şirket aynı, Pfizer.

Ortak noktaları olsa da, benzer sonuçları verse de her iki çalışmanın ana sorusu farklı. En beğendiğimiz şirket, en çok çalışmak istediğimiz şirket olmayabilir.

@rtemiz :)